1921 Anayasası'nın Oluşum Süreci: Hakimiyet Bilâ Kaydü Şart Milletindir




Hakimiyet Bilâ Kaydü Şart Milletindir

Türkiye Türkçesi haliyle “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” manasına gelen bu cümle, bir avuç Türk’ün başlattığı ve daha sonraları Anadolu’da halkın tüm gücüyle desteklediği hareketin oluşturacağı “anayasa nüvesi”nin ilk maddesini oluşturuyor. Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan 1920 tarihli konuşmasından sonra şekillenmeye başlayan ve hakkındaki çalışmalar meclis tarafından ilerletilen bu anayasa hakkında bilinmesi gereken ilk şey, memleketin bilfiil işgal edildiği günlerde üstelik meşrû bir devlet başkanı, yürürlükte olan bir anayasası (Kanun-ı Esasî) ve Mebusan Meclisi varken yazılmış olmasıdır.

İşgal altındaki şehirde bulunan hükümdar ve meclis, vatanın özgürlüğü için bir çalışma yapamaz duruma geldiğinde işgal edilmeyen bölgelerdeki halkın bir hareket başlatmaları işgallerin sonlanması adına başarı ihtimali en yüksek durumdu. Bu hareket başlamış ve Amasya, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile bu hareketin amaçları belirlenmiş ve hareket meşrû bir zemine oturtulmak istenmiştir. Ancak bu çalışmaların bir meclis çatısı altında devam etmesi elzemdi. Her adımını hukukî zemine dayanarak atmak isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın meclisin kurulması noktasında yaşanacak tartışmaları önceden sezebilmiş olması muhakkaktır. Bunu varlığı devam eden İstanbul’daki Mebusan Meclisi’nin yerine parlamenter bir rejimle işleyen yeni bir meclis kurmak yerine meclis hükûmeti sistemiyle ilerleyen bir meclis oluşturulmasını istemesinden anlayabiliriz. Çünkü halihazırda bir 1878 Anayasası ve onun parlamenter rejimi devam etmekteydi. Aynı çalışma disiplinini benimseyen ikinci meclisi açmak, meclisin kararlarını onaylayacak bir Padişah’ın da varlığını tartışmaya açıyordu (Bundan dolayıdır ki bu mecliste “bir padişah vekiline gerek yoktur” minvalinde bir karar alınıyor.).

Meclis kurulduğu zaman “Meclis-i Mebusan” ismiyle değil de “Büyük Millet Meclisi” ismiyle kurulmuştur. Olağanüstü durum meclisi olduğu için de kuvvetler birliği ilkesi benimsenmiştir. Meclis hükûmeti sisteminin temel özelliği olan tek elden yönetim ve (içinde bulunulan savaş durumunda) tartışmalara yer vermeden düşmana karşı tek elden mücadeleyi amaçlama ilkesi burada göze çarpar. Bu durum bir tercih değil hesaplanmış bir fikirdir. O günün sorunlarına odaklanarak sorunu lağvetme amacını taşır. Bu sistemi daha önce Fransa’da Fransız Devrimi sonrasında Jakobenler de kullanmıştır. Dönemin ekolü olan Fransız kültürü ve Mustafa Kemal Paşa ve yakın çalışma çevresinin de Balkanlar’da bu kültür etkileşiminin en çok yaşandığı yerlerden birinde yetişmiş olması, planlanmış durumun kökeni hakkında bize bazı fikirler verebilir. Ancak bu durum, bir Meclis Diktatoryası oluşturmaktadır (Bundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nde 1960’lı yıllarda muhalefet ikinci bir meclisin açılmasını istemiştir ve 1961 yılında Senato kurulmuştur.). Yukarıda bahsedildiği gibi bu sistemde bir devlet başkanı yoktur. Ancak meclis başkanına verilen imza yetkisinin üstü kapalı bir devlet başkanı yetkinliğini temsil ettiği söylenebilir.

Açılan meclisin ne kadar süreyle görev yapacağı belirsizdi. Bundan dolayı işleyiş esaslarını belirleyecek bir sistemden yoksun ve karmaşa yaratacak şekilde ilerleniyordu. 13 Eylül 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, meclise otuz dört maddelik bir metin sunmuştur. Memleketin işgal altında olmasından dolayı anti-emperyalist bir görünüme sahip metnin maddelerinin içinde “parlamento vatanı, milleti, padişahı kurtarmak için kurulmuştur.” maddesinin bulunması, meclis tarafından bu metnin bir anayasa mı yoksa bir program mı olduğu konusunda tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalar sonucunda otuz dört maddelik metnin sekiz maddesi çıkarılarak kalan maddeler anayasayı oluşturmuştur. Metinden çıkarılan kararlar ise parlamento kararı olarak beyanname şeklinde yayınlanmıştır. Nihayetinde “Padişah”ın anıldığı maddeler bu beyannamede yayınlanmıştır.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak adlandırılan ve devletimizin ilk anayasası olarak kabul edilen metnin ilk maddesi “Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” şeklinde kabul edilir. Memleketin işgal altında bulunduğu ve umut makamının padişah olduğu bu günlerde, padişahın varlığını tartışmaya açmadan Anadolu’nun ortasında açılan bir mecliste kabul edilen anayasada meclis gücünü halka mâl etmiş ve halkın yönetimde olabildiğince fazla etkin olması amaçlanmıştır. Parlamentoda fiilen halkın egemenliği sağlanarak halkçılık ilkesinin ön plana alındığı anayasa, cumhuriyetin ilân edilmesi ve yeni anayasa yazımları gibi süreçler geçirse de, egemenliğin millete ait olduğu bu sistem Türk Milleti’nin temel dayanağı olmaya devam etmektedir.

Onur KARABAĞ
17.03.2020

Yorumlar