Genç Cumhuriyette Türkçülük Üzerine



Giriş

Osmanlı Devleti’nin askeri ve teknolojik açılardan muasır medeniyetlerden geri kalması sonucu cephelerdeki üstüste yenilgiler ve bu yenilgilerin artık geri döndürülemeyecek aşamaya gelmesi, devlet içerisinde yeni veya kaybedilen toprakların ele geçirilmesi fikrindense eldeki toprakların (ve elbette toplulukların) korunması politikasına geçişin başlangıcı olmuştur. Bu amaçla çözümsüzlüklerin içinden çıkabilmek adına III. Selim ve II. Mahmud gibi ıslahatçı padişahlar, Batı medeniyetlerini referans alarak gelişmek için çabalamışlar ancak hem ıslahatların köklü reformlara dönüşememesi ve yerleşememesi hem de Avrupa’daki milliyetçi düşüncelerin kontrol altına alınamaması bu fikri yetersiz kılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda cülus eden II. Abdülhamid, devleti ve dinamiklerini bir arada tutabilmek adına hilâfet makamını ön plana çıkararak İslamcılık yoluyla Müslüman toplulukların birliği bilinciyle hareket etmeye çalıştı. Ancak onun bu yöntemi de beklenen başarıyı sağlayamamış olacak ki sonraki padişah Mehmet Reşat’ın cihad ilanına karşın Arap yarımadasındaki Müslümanlar Osmanlı’yla birlikte değil Osmanlı’ya karşı savaşmışlardır. Yaşanan bu olaylar ve edinilen tecrübeler Türk aydınlarını çözümü devletin kurucu unsuru olan Türk’e dönmek ve Türkçülük politikasını uygulamak düşüncesine sevk etti.



Türkçülük Kavramının Oluşması ve Taraftar Bulması Süreci

1) Siyasi Birlik

Yaşanan gelişmelerin ardından Türk aydınlarının etrafında birleştiği ve kurtuluşu gördükleri Türkçülük fikri, aslında tek bir katmandan oluşmamaktaydı. İki ayrı kısma bölünmüş fikrin ilk kısmında kültür ve siyasi birliğin sağlanması amaçlamaktaydı. Bu fikir genel olarak Rus Çarlığı esaretinde kalmış Türk aydınları tarafından savunulmuş, Osmanlı Devleti’nin yönetimini dolaylı olarak elinde bulunduran Enver Paşa bu fikri benimsemiştir. İkinci kısımda ise kültür birliği amaçlanmıştır. Kültür birliği; dil ve tarihin ortak olması ve orta bir bilinçle hareket edilmesi anlamına gelmektedir. Gaspıralı İsmail Bey’in dilde, fikirde, işte birlik ideali bu gruba dahildir. Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere genç cumhuriyetin kurucu kadrosunu bu fikri benimsemiştir. Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu bu fikirde bulan Türk aydınlarının 1912 senesinde bir cemiyet olarak oluşturduğu Türk Ocakları, millet bilincine sahip bireylerin oluşturduğu ve Türkleşerek ayakta kalabilecek bir Osmanlı Devleti fikrini savunmaktaydı. Hızlı yükselişiyle devletin kontrolünü elinde tutan Enver Paşa, Türk Ocağı’na yardımlar yapmakta ve üyeleri olan aydınları cephelerde askerlere moral verici konuşmalar yapmaya yönlendirmekteydi. Ayrıca İstanbul’un işgaline kadar beş yüzden fazla konferans verdiği bilinen Türk Ocakları ve savunduğu Türkçülük fikri, Enver Paşa’nın da benimsediği bir fikirdi. Enver Paşa, Türklerin siyasi birliğini sağlayabileceği kanaatindeydi ve buna yönelik çalışmalar yapmak niyetindeydi. Kardeşi Nuri Paşa’nın Bakü’yü kurtarması (1918) ve doksan bin askerle Sarıkamış’ta Rus Çarlığı’na karşı girdiği mücadele, Türkçülük fikrinin etkisiyle, siyasi birlik sağlayabilme idealiyle yapılan harekatlardı. (1914-1915)

Sarıkamış Harekatı başarısızlığı, Türklerin Bakü’den çıkarılması ve Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılması, Türkçülük fikrinin siyasi birlik aşamasının şimdilik bir hayal olduğunu ve gerçekçi planlarla, daha fazla başarısızlığı kaldırabilecek gücü bulunmayan Türk Milleti’ni başka yollarla ihya etmek fikrini ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar Osmanlı Devleti savaştan mağlup ayrılsa ve kendisi Odessa’ya kaçsa da Azerbaycan ve Türkistan’da müstakil devletler kurulması için çalışması, 1922 senesinde bir Rus mitralyözünden çıkan mermilerle can vermesi, Enver Paşa’nın hayatının son anına kadar bu ideali gerçekleştirmek istediğini kanıtlar niteliktedir.

2) Kültür Birliği

İstanbul’da kaldığı süreç içerisinde vatanın kurtuluşu için bu şehirden bir faaliyet yürütmenin mümkün olmadığını anlayan Mustafa Kemal Paşa, devletin verdiği resmi görevle Samsun’a çıktığında ve daha sonra emrin dışına çıktığı zaman istifa ettiğinde sine-i millete giderek milletinin kurtuluşunu yine milletin kendisinde aramıştır. Anadolu’da kaldığı süre boyunca devletin aslını meydana getiren Türk milletinin ne zorluklar içinde olduğunu görmüştür ve mücadelesini her zaman mantıklı ve gerçekçi zemine oturtarak ilerletmiştir. Enver Paşa’nın Türkçülüğü kavrayış şeklinin ve uygulamalarının yalnızca kendisini ve kurduğu iktidarı değil devletin mevcudiyetini tehlikeye soktuğunu gözlemlemiştir. Bu şartlar içinde mantıklı olanın Türkçülüğü hars, yani kültür birliği olarak ele almanın yapılabilecek en mantıklı adım olduğuna kanaat getirmiştir. Önceleri siyasi birlik (Turancılık) idealini savunan kimi düşünürlerin de Mustafa Kemal Paşa’nın arkasında durması Türkiye’de Türkçülük için artık yeni bir aşama anlamına geliyordu. Gaspıralı’nın işaret ettiği dilde, fikirde ve işte birlik ideali artık resmi bir hüviyete bürünmüştü.
Mustafa Kemal Bey ve Enver Bey Trablusgarb'ta.

Ziya Gökalp, Osmanlı Türkleri’nin Türkçülüğün, gelişmenin ve hars birliğinin önderi olmasını yani Osmanlıların Türkleşmesi gerektiğini düşünmüştür. Bu gerçekleşmez veya geç kalınırsa Özbekler, Kıpçaklar, Azeriler gibi toplulukların kendilerine has birer milli kültür oluşturarak ayrı ayrı Türk milletleri şeklinde teşekkül etmeleri durumu ortaya çıkacaktır. Bunu önlemek için de İstanbul’da basılıp Türkistan’da da okunabilecek ortak bir dil kabul etmek gerekmektedir. Gaspıralı İsmail Bey’in Kırım merkezli olmak üzere Türkistan’da yaptıkları ve yapmak istedikleri Anadolu’da Ziya Gökalp tarafından da ortaya konmuştur. Çağın münevverlerinin Türkler arasındaki dil ve kültür birliğini müştereken savunmaları önemlidir. Zira Türklerin oldukça geniş coğrafyalara yayılmış olmaları ve ciddi bir kısmınına Çarlık Rusya’sında (Ardından Sovyetler) yaşıyor olması tek bayrak altında toplanmayı çok zor kılıyordu.

Anadolu’da Türk milleti temelli ve müstakil bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Türkistan’daki Türkler tarafından ciddi bir ilgiyle takip ediliyordu. Ekim Devrimi sonrasında tüm halklara kendi geleceklerini tayin hakkının tanınacağını bildiren Sosyalist yönetimin bu iddiasıyla, Türkistan’da da bu sözünü tam manasıyla gerçekleştirmedi. Ayrıca ortak düşmana (Emperyalist devletler) karşı olan mücadelesinde Türkiye Türkleri’ni desteklemeleri, daha sonraları Türkiye’nin Sovyetler’e tabi Türkler hakkında açık ve maksadı belli çalışmalar yapmasını oldukça güçleştirmiştir. “Turancılık” ve cihangirlik  fikrini genç dimağlara aşılamasından dolayı Sovyetlerin tepki göstermiş, SSCB’nin Türkiye Büyükelçisi Suritch, Dışişleri Bakanı T. Rüştü Aras’ı uyarmış ve bu tür faaliyetlerin Sovyet-Türk dostluğuna yakışmayacağını belirtmiştir. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Aydın Türk Ocağı ziyaretinde çalışmaları yetersiz bulması da buraların kapanıp yerine Halkevleri’nin kurulmasının önünü açmıştır. Ayrıca bizzat Atatürk’ün direktifi sonucu Türk dilinin kökenlerini araştırmak maksatlı olarak Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Türk Tarihi’nin yalnızca Selçuklu ve Osmanlı Tarihi’nden ibaret olmadığını, kökeninin Orta Asya’ya uzandığını araştırma ve tespiti için Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur.

Azeri Türkleri arasında bir süredir tartışılan Latin alfabesine geçiş meselesi, Sovyetler içerisindeki Türk topluluklarında biraz daha farklı bir süreci takip etmiştir. Rus Çarlığı döneminde azınlıkların asimile çalışmalarını yöneten İlminsky, Türklerin Arap harflerini kullanması ve eski usulle eğitim görmesinde bir sakınca görmüyordu çünkü bu tür cılız ve verimsiz faaliyetlerin istendiği zaman bastırılabileceğini ön görmekteydi. Kurduğu ve Türk çocuklarını Ruslaştırma ve Ortodokslaştırma amacını güttüğü okullarda, her bir Türk topluluğuna, Rus alfabesiyle kendi lehçelerini ayrı birer dilmiş gibi öğretmek çabasına girildi. Bu çaba, Türkler arasında kendi tarihlerine merakı arttırdığı için olumlu bir gelişmeydi. İlminsky, bunu ön görememişti. Ancak her Türk topluluğunun lehçelerini ayrı diller olarak öğrenmeleri, bu coğrafyada yaşayan soydaşların birbirlerinin dillerini anlayamamaları anlamına geliyordu. Bu durum daha sonra Sovyetler tarafından da geliştirilerek meşhur “divide and rule”  (böl ve yönet)  politikası bu topluluklar üzerinde uygulanmıştır. Kendi lehçelerini milli dilleri olarak konuşan Türk topluluklarının Türkiye Türkçesi (Henüz dil devrimi yapılmamıştı) ile uzak olması ve anlaşılırlığı zorlaştırmak için yapılan bir devrimle bu ülkelerde Latin alfabesine geçildi. Ancak gerek Batı medeniyetleriyle dil farkını kapatmak, gerek irtica faaliyetlerine geçit vermemek, gerekse Sovyetler içerisindeki Türk topluluklarıyla kültürel bağları koparmamak adına 1928 yılında dil devrimi gerçekleşti ve tekrar Türkler arasında yazı dili aynı şekli almış oldu. Sovyet yönetimi çeşitli dil kurultayları yaparak bu sefer de Türk toplulukları arasındaki yazı dilini Kiril alfabesine geçirdi. Bu olaylar neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bu çabası sonuçsuz kalmıştır.

Kurtuluş mücadelesi devam ederken Azerbaycan ve Türkistan Türkleri’nin heyetlerini kabul etmesi ve onlarla olan sıkı tarihi ve kardeşlik bağlarımızı vurgulaması, ayrıca “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir.Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür... Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli’’ şeklindeki ifadesi, Atatürk’ün bu konuda hassas davrandığını ve Türkçülük idealine olan inancını yitirmediğini gösterir niteliktedir.

Sonuç

Enver Paşa, yalnızca Osmanlı Devleti’ni ve Osmanlı Türklerini değil Türkistan Türklerinin de tümünün bağımsızlığını amaçlayan idealist bir vatansever portresi çizmiştir. Bu amaçla attığı adımlarla neredeyse çeyrek asırdır sürekli savaş halindeki bir milletin mevcut şartlarını göz ardı ederek başka hedeflerin peşinden gitmesi ve başarısız olması, kendisinin vatanseverliğini tartışmaya açmasa da onu tarihin mağluplar sınıfına koyar. Kaybedeceği fazla bir şeyi kalmayan ve zor günler geçiren milletinin bağımsızlığını ön plana koyarak Ziya Gökalp’in bahsettiği Türkleşmek işini amaçlayan Mustafa Kemal Paşa ise Türkçülüğü bir siyasi birlik olarak algılayıp hareket etmemiş, imkanlar dahilinde  Türkistan Türkleriyle bağlantıyı koparmayacak, Türkiye ile ortak tarihlerinin ortaya çıkarılmasını ve dil birliğini amaçlayan çalışmalar ve milletinin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi adına az zamanda çok ve büyük işler yapmıştır. Kendisinin bu yolu ona Turan Devleti’ni kurdurmadı ancak müstakil bir Türk Devleti ile beraber onun adını tarihin galipleri sınıfına yazdırdı.

Onur KARABAĞ
19.04.2020 Referanslar

Saray, Mehmet. “Gaspıralı İsmail Bey’den Atatürk’e Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği”, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2017.

M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU, "ENVER PAŞA", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/enver-pasa (19.04.2020).

KODAL, T . (2014). MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE TÜRK OCAKLARI. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi , 0 (52) , . DOI: 10.14222/Turkiyat1291

HEKİMOĞLU, V . (2017). TÜRKİYE’DE TÜRKÇÜLÜK HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKMASI VE TÜRK OCAKLARI. Bitlis Eren Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Akademik İzdüşüm Dergisi , 2 (1) , 41-50 . Retrieved from http://dergipark.org.tr/tr/pub/beuiibfaid/issue/28276/300227

GÖKBİLGİN, M . (2012). Ziya Gökalp'e Göre Halkçılık, Milliyetçilik, Türkçülük. İslam Tetkikleri Dergisi , 6 (0) , . Retrieved from http://dergipark.org.tr/tr/pub/iuislamtd/issue/1196/14045





Yorumlar