Makale Özeti: "18. Yüzyılda Harem-i Hümayun'dan Çırağ Edilen Cariyeler"

 


Özet

Prof. Dr. Fatma Betül Argıt'ın yazdığı "18. Yüzyılda Harem-i Hümayun'dan Çırağ Edilen Cariyeler" başlıklı makalede, 17. yüzyılın sonu ve 18. yüzyılın başında Harem-i Hümayûn’da yaşayan ve daha sonra azat edilerek saraydan gönderilen cariyeler merkeze alınmış ve bu cariyelerin azat edilmiş hayatlarında sarayla bağlantıları ve etkileşimleri konu alınmıştır. 


Giriş


Harem-i Hümâyun’da üç grup kadın bulunmaktaydı. İlk grup, sayıca az, ancak iktidar sahibi zümreyi oluşturan Valide Sultan, padişahın kadınları ve kızlarından oluşan hanedan mensubu kadınlar; ikinci grup, haremin belirli birimlerinin yönetimi ve haremdeki kızların yetiştirilmesinden sorumlu idari görevliler ve yardımcıları; üçüncü ve en geniş grup ise, haremde hizmet eden veya belli kişilerin hizmetine verilmiş olan cariyeleri kapsamaktaydı. Arşivlerde hanedan ailesi dışındaki grup “cemaat-i cevârî-i saray-ı cedid” ve “horendegân cemaat-i cevârî-i saray-ı cedid” vb. belirli isimlerle anılmışlardır. Ele alınan makalede ise haremdeki belirli birimlerin yönetiminden sorumlu ikinci grup ile yine belirli birimlerde hizmet eden cariyelerin evlendirilip saray dışına çıktıktan sonraki hayatları üzerinde durulmuştur. 


1. “Saraylı Cariyelerin Dış Dünyaya Çıkışı” Bölümü


Harem-i Hümayûn’da, yukarıda bahsedilen gruplardan hizmet eden ve hizmet edenleri yöneten kadınların oluşturduğu ikinci ve üçüncü gruplarda, bahsi geçen kadınların aile bireyleri ile bağlarının kopmuş olması, himaye ilişkilerine etki etmiştir. Terekeleri incelenen saraylıların tereke taksimlerinde aile mensuplarının yok denecek kadar az sayıda örnekte mirasçı olarak yer alması, bu kadınların büyük çoğunluğunun aile bireyleri ile iletişimlerinin kalmadığını kanıtlar niteliktedir. Bu durum, saraydan çırağ edilen cariyelerin sonraki hayatlarına da etki etmiştir.


Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire) ve Eski Saray (Saray-ı Atik) başta olmak üzere, Edirne Sarayı, Beşiktaş Sarayı gibi diğer hükümdar saraylarında bulunan cariyeler, belli bir süre hizmet ettikten sonra, belirli yaşlarda çırağ edilirlerdi (genel kanaate göre yedi-dokuz yıl hizmet gören bu saraylılar Harem-i Hümâyun’dan çırağ edilirler.). Saray dışına çıktıktan sonra “çırak”, “muhrec”, “mutika” vb. isimlendirilen cariyelerin bu çırağ durumu, dönem kaynaklarında “çırağ olmak”, “çırağ çıkmak”, “çerağ edilmek” vb. farklı şekillerde anılmış ve ifade edilmiştir.


Örnekler ele alındığı zaman cariyelerin belirli dönem ve şartlarda saraydan çırağ edildiği görülmüştür. Enderun’da belli aralıklarla yaşanan çıkma dönemleri, hizmet sürelerinin dolması, kendilerinin talep etmesi, hükümdarın tahttan inme dönemleri ve isyan zamanları bu dönem ve şartlardandır.


Harem-i Hümâyun mensuplarının tamamı saraydan çıkmamıştır; bazı cariyelerin ömürlerinin tamamını Yeni Saray veya Eski Saray’da geçirdikleri hatta orada vefat ettikleri bilinmektedir. Ayrıca Harem hiyerarşisindeki statüsü, hizmet süresi konusunda belirleyicidir. Saraya giriş için belirli bir yaş söz konusu olmadığı gibi, çırağ edilme için de kesin bir yaş söz konusu değildir.  Çırağ edilme yaşının kişinin statüsüne göre değişiklik gösterebilir ancak cariyeler genellikle yirmili yaşların sonlarında veya otuzlu yaşlarda saraydan çıkmışlardır.


Saraya girişlerinde fiziksel özellikleri ve kişiliklerine göre çoğunlukla Farsça isimler verilen cariyeler, hür ve itibarlı bir kimlik ile hayata başlamaları için  saraydan çırağ edilirken İslamî geleneğe uygun isimler almışlardır. Örneğin “Şivekâr”, “Eğlence”, “Gonca” vb. isimlere sahip cariyelere, saraydan çıktıktan sonra Ayşe, Hatice, Rukiye ve Fatma gibi isimler verilmiştir. Buna ilave olarak cariyeler, saraydan çıktıktan sonra “sarayî” ve “saraylı” unvanıyla anılmışlardır. Ayrıca Sarayî lakabını almış olmak, güçlü ve itibarlı padişah hanesine mensubiyetlerinin devam ettiği şeklinde de değerlendirilmiştir.


2. “Sarayla Devam Eden İlişki” Bölümü


Yeni bir kimlikle hayatlarına devam edecek olan cariyelerle sarayın bağlantısı kopmamıştır. Zira çırağ edilenler için saray bir ihtiyaç giderecek kapı olarak kalmıştır. Sarayî Sungur’un hikayesi bu durumu doğrular niteliktedir. Sungur adlı eski cariye, on iki senedir kör olduğunu, sarayda uzun yıllar üç hükümdara hizmet ettiğini ve artık fakirlik içinde kendisine yetemediğini konu alan mektubu dönemin sultanı III. Selim’e gönderdiği zaman Sultan kendisine gümrük gelirlerinden yirmi akçe tahsis etmiştir.


Saray mensuplarının birbirlerine vakıf gelirleri tahsis etmesi, hibeler vermesi ve adlarına hayır eserleri yaptırması, saraylılar ve saray arasındaki bağı güçlendirmiştir. 

İslam hukukuna göre köle azat edildikten sonra “vela” adı verilen bir miras durumu oluşur. Buna göre azat edilen kölenin (bu durumda bir Sarayî) mirasından, eski sahibi de hak sahibi olur. Örneğin Hazinedar Ustası Simten Usta’nın (Sarayî ismi Fatma’dır ve 1775’te vefat etmiştir) terekesinden (öldükten sonra ondan geriye kalan her şey) dönemin padişahı I. Abdülhamid ve Simten Usta’nın kocası hisse almıştır. Esasen bahsolunan bu miras ilişkisi, çırağ edilen cariye ile saray arasındaki bağların kopmamasının en güçlü sebebi olarak da ele alınabilir. Zira efendiye mirastan hisse düşeceği için saray tarafından saraydan çırağ edilen dikkatlice takip edilmiştir. 


Ayrıca, Sarayîlerin miras ve boşanma gibi davaları Eski Saray veya Yeni Saray’da kurulan mahkemelerde görülmüştür.


3. “Çırağ Edilme Sonrası Saray Dışında Yaşam” Bölümü


3. 1. Evlilik


Saraydan çıkan kadınların bir kısmı ömürleri boyu bekar kalmışken çoğunluğu evlendirilmiştir. Bir örnekte Sultan I. Abdülhamid’in bir cariyesini, vezirinin oğluna tavsiye ettiği görüşmüştür. Ayrıca evlilikteki bu desteğe III. Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan’ın Hazinedar Ustası Dilpezir’i azat edip Enderun’da yetişen ve II. Mahmud’un Silahdarlığını yapan Şerbetçi Emin Ağa ile evlendirmesi de örnek verilebilir. Enderun’dan çırağ edilmiş kişiler çoğunluğu teşkil etmekle birlikte seyfiye, kalemiye ve ilmiye mensubu kişilerle evlendirilmişlerdir. Genelde bu evlilikler cariyenin haremdeki konumunda bağlı olarak, denk hiyerarşik konumdan birisiyle evlendirilmesi şekilde meydana gelmiştir.


Bahsolunan evliliklerin siyasi ve stratejik önemleri vardır ve bu yüzden saraylıların çoğu askeri ve genelde de saray mensubu erkekler ile evlendirilmiştir. İki tarafın da saray çıkışlı olduğu bu sistemde, padişah yönetici elitinin gücünü de bu şekilde gerçekleşen evliliklerle ele almıştır. Hatice Sultan’ın yakın hane mensubunun saray içinde etkin olan ve genelde padişah kızları ile evlendirilen silahdar ile evlendirilmiştir. Bu durum, silahdarın hanedana sadakatini kuvvetlendireceği gibi Hatice Sultan’ın siyasi alanda itibarının artmasına tesir etmiş olabilir. 


3. 2. Yerleşim Alanları


Kimi durumlarda saraydan yeni çırağ edilmiş kişilere, evvelden çırağ edilmiş kişilerin yardımcı olduğu görülmüştür. Sarayî Halime’nin evlenmek istemesi ancak yeterli maddi gücünün olmamasından dolayı maddi olarak daha iyi durumda olan Sarayî Hatice’den yardım görmesi, bu duruma bir örnektir. Ayrıca Sarayî Hatice’nin bu yardım-destek konusuda görevlendirildiği de belirtilmelidir.


Herkesin iyi şartlarda belirli evlerde yaşaması beklenmese de genellikle kendilerine sahip çıkılmış ve evsiz duruma düşmeleri önlenmiştir.


Sarayîler, genellikle (yaklaşık %82 oranında İstanbul Suriçi’ne ) yerleştirilmişlerdir. Fatih, Süleymaniye, Yeni Saray, Eski Saray, Divanyolu ve Ayasofya çevresi gibi bölgeler bu konuda başta gelmektedir. Ancak Bilâd-ı Selâse olarak adlandırılan Üsküdar, Galata ve Eyüp bölgesinde yaşayan Sarayîler de mevcuttur. Sarayînin kocasının statüsü ve mesleği, yaşanılan yerin konumunu belirleyen en önemli unsurlardandır. Nitekim incelenen örnekler arasında saray hizmetinde olan kocaların, ilmiye veya kalemiye mensuplarına kıyasla saraya daha yakın muhitlerde oturdukları görülür. Bu şekilde bir grup saraylı sarayın çevresinde yaşama fırsatı bulmuşlar ve sarayla ilişkileri olan insanların sarayın etrafında toplanmasına da sebep olmuştur.


Çırağlar, eski köleliklerinden azade oldukları andan itibaren bulundukları topluma entegre olurlar ve bölge halkıyla kaynaşıp çeşitli ilişkiler kurarlar.


3. 3. Maddi Dünya

 

Saraylı kimliği, servet ve miras miktarını da etkilemiştir. Bu konuda heterojen bir dağılım söz konusudur. Sarayî Simten Usta yaklaşık iki milyon akçe sahibiyken Rukiye Hatun adlı Üsküdar’da oturan bir sarayî kadının serveti dört yüz kırk akçedir. 


Saraylılara harem hizmeti esnasında verilen maaşların yanında çeşitli sebeplerle verilen hibeler, tahsis edilen vakıf gelirleri, haslar ve mukataalar saraylıların mal varlığında belirleyici olmuştur. Öyle ki dönemin servet ve tüketim alışkanlıkları da göz önünde bulundurulduğu zaman yapılan saraydan çırağ eden bir kadının, bir askerî sınıf mensubu kadına göre daha zengin olduğu görülmüştür. Ayrıca yine bu araştırmalar ve hesaplamalar sonucu sarayîler arasında zengin kısmın daha geniş olduğu ancak askerî sınıf mensubu kadınlarda daha heterojen bir servet dağılımı olduğu da görülmektedir. Bunda sarayîlerin varlıklı kişilerle evlenmesi ve onlardan kalan mirasın da ciddi etkisi bulunmaktadır. 


Bu kısımda ayrıca sarayîlerin bulundukları topluma entegre olduklarından dolayı saraylı alışkanlıklarını topluma taşıdıkları belirtilmiştir. Farklı kültüre sahip sarayîlerin kültürü, yeni taşındıkları bölgede de uygulanmaya başlayınca bir fermanda “saraylı kadınlar gibi giyinmeyiniz” şeklinde uyarıldıkları dahi olmuştur.


3. 4. Hayırseverlik


Aile bireyleriyle bağlarının kopması ve genel olarak çocuklarının olmaması sonucu saraylı kadınlar hayır işleriyle çok ilgilenmişlerdir. Öncelikle saraylı kadınların haremde ve haremde çıktıktan sonra mallarının üçte birini bağışlaması anlamına gelen “sülüs” tayinleri yaptıkları görülmüştür. Bu bağışlar çoğunlukla diğer saray mensupları ve cariyelere yapılmıştır. 


Sarayîlerin vakıflar kurup ve mallarını koruyup kendilerine gelir sağlamaları da sıkça görülmüştür. Bu şekilde vakıflar yoluyla, saray mensuplarını koruyup kollamış ve yaptırdıkları hayır eserleri ile saray dışında etkin ve görünmüş olmuşlardır. Bu şekilde aslında saraydan himaye gören konumunda olan saraylı kadınlar, kurdukları vakıflar aracılığıyla himaye eden konumunda da bulunmuşlardır (Ancak her saraylı kadının büyük vakıflar veya yardımlar yapmadığı, gereken yerlerde çeşitli eserleri tamir ettirme gibi yollara gittikleri de görülmüştür.). Nasıl ki hanedan ailesi sarayın nüfuzunu arttırmak ve meşruiyetlerini arttırmak için hayır işleri yapıyorsa aynı şekilde saraylı kadınlar da yaptırdıkları eserler ve hayır işleriyle kendi adlarını yüceltmiş ve topluma katkı sunduklarını göstermiş oluyorlardı.


Sonuç


Sarayîlik sosyal bir itibardır, ekonomik zenginlik anlamına gelmemektedir. Çırağ edilmiş Simten Usta gibi kadınların saray dışındaki hayat ve kariyerleri çok parlakken, padişaha mektup yazıp destek isteyen Sarayî Sungur’un fakir bir hayat sürüyor olması ekonomik zenginlik meslesini açıklar. Öte yandan Sungur’un sarayî olmasından kaynaklanan sosyal itibarından dolayı dilenemeyeceği için saraydan destek talep etmesi de sosyal itibar meselesini açıklamaktadır. 


Patronaj perspektifinden değerlendirildiğinde geniş ve birçok öğeden oluşan  ilişkiler ağından oluşan bir saray yapısında, cinsiyetten ziyade statünün kişinin saray içinde yeri ve öneminde belirleyici olduğu ortaya çıkmıştır.


Makalenin Künyesi: "18. Yüzyılda Harem-i Hümâyun'dan Çırağ Edilen Cariyeler", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 25, 2011, s.s. 3-33.


Yorumlar