Çok Partili Hayata Geçişin İlk Denemesi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
Özet
Onlarca yıllık parlamento geçmişinin yanında, yüzyıllardır monarşik sistemle yönetilen Türkler, I. Dünya Savaşı’ndan sonra içerisine girilen süreçte, ilk defa yönetimde direkt söz sahibi oldular. Ancak, eski sistemin ve sistemin bozulmuş da olsa kurumsallaşmış yapısına karşı iyiden iyiye bir bağlılık vardı. Vatanın savunması gerçekleştikten sonra, yönetimin nasıl olacağıyla ilgili sorunlar da daha çok tartışılır hale geldi. Oldukça güçlü bir şekilde yeni Türk Devleti’nin lideri konumunda bulunan Mustafa Kemal Paşa ve onun kurucusu olduğu Halk Fırkası, kurucu nitelikte bir parti olsa da, lider kadrosundan bazı önemli kişiler, Fırka’nın gerçekleştirdiği işlere pek de olumlu bakmıyor, eleştiriyordu. Bu yazıda, yönetim kadrosunun mecliste muhalif duruma geldikten sonra başlattığı hareketi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluş sürecini ve halkın genel tepkisini ele almaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Halk Fırkası, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF), Demokrasi, Rauf Orbay, Kâzım Karabekir.
Giriş
Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun oldukça kısıtlı imkânlarını biraz olsun savaşa hazırlıklı hale getirmek üzere çıkarılan Tekalif-i Milliye Kanunu ile daha önce de Amasya Genelgesi’nde söz edildiği üzere “Milletin istiklâlini gene milletin azm-ü kararı kurtaracaktır” cümlesini tamamlar nitelikte, Başkomutanlık yetkisinin yanı sıra yasama yetkisini de elinde bulunduran Mustafa Kemal Paşa tarafından Tekâlif-i Milliye Emirleri yazılmıştır. Bu emirlerin sonucunda millet varını yoğunu vatan müdafaası için orduya vermiş bulunuyordu. Ardından yirmi iki gün süren savaş neticesinde düşman ordusu mağlup edildi, Türk ordusu İzmir’e doğru ilerlemeye başladı. En sonunda düşman memleketten tamamen atıldı, bu durumun sorumlularından görüldüğünden saltanat kaldırıldı ve sabık hükümdar bu olaydan on altı gün sonra 17 Kasım 1922 tarihinde Malaya adlı bir İngiliz zırhlısına binerek hududu geçti. Ardından gelişen süreçte Büyük Millet Meclisi adına İsmet Bey ve heyeti barış görüşmelerini başlatmak üzere harekete geçmişti. 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’de Lozan Antlaşması imzalandı ve böylece mücadelenin askeri safhası sona ermiş oldu. Artık küllerinden doğan yeni Türk Devleti için çeşitli inkılaplara girişilmesi gerekiyordu ancak inkılaplara başlanmadan önce, saltanatın da halihazırda kaldırılmış bulunması dolayısıyla devlet resmi bir yönetim şeklinden mahrum bulunuyordu. Bu durumu çözmek amacıyla, mücadelenin daha başında sinyalleri verildiği üzere Cumhuriyet biçimi, 29 Ekim 1923 tarihinde yeni Türk Devleti’nin yönetim biçimi oldu. Türk Milleti’nin kaderini değiştiren ve ülkenin çehresini değiştirecek olan bu karardan oldukça kısa bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa’nın mücadeleyi beraber yürüttükleri arkadaşlarıyla arası açılmaya başladı. Bunun sebebi rejimin ilân şekliydi.
Muhalif Bloğun Meclisteki Çalışmaları ve Eleştirileri
Mücadelenin askeri safhası bittikten sonra zorunlu bir ihtiyacı gidermek amacıyla ilân edilen cumhuriyet rejimine karşı, mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa’nın eski silah arkadaşlarının ciddi bir itirazı, bir eleştirisi yoktu. Ancak rejimin bu denli hızlı ilân edilmesi ve üstüne bir de bu ciddi karar alınırken Paşa’nın eski mücadele arkadaşlarına danışmaması, fikirlerini almaması sonucu, ayrılıklar başladı. Özellikle Rauf (Orbay) Bey, rejimin ilânından günler sonra Vatan ve Tevhid-i Efkâr Gazetesi’ne verdiği bir mülakatla, cumhuriyetin bir günde ilân edilmesinin ciddi bir sorumsuzluk örneği olduğunu vurgulaması, bu durumun açıkça bir örneğidir. Tıpkı Rauf Bey gibi düşünen ve mücadelenin diğer kilit isimlerinden olan Kâzım (Karabekir) Paşa, Refet (Bele) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa gibi isimler de bu fikirdeydiler. Bu şekilde, yeni kurulan devlette önceleri bir arada olan arkadaşların yolları ayrıldı.
İlerleyen dönemlerde mecliste muhalefet bloğu ile Kemalist vekiller arasında çeşitli tartışmalar çıktı, öyle ki Rauf Bey’in bazı sözleri, cumhuriyet rejiminin aleyhine gibi algılanmıştır, Atatürk 1927 yılında yazdığı ve mecliste okuduğu meşhur Nutuk’unda bu konuda Rauf Bey’in ismini belirtmeden, ideal rejimin bu olmadığını savunuyorsa ne olduğunu düşündüğünü sormuştur. Ardından meclisteki çeşitli muhalif vekiller tarafından, devlet başkanının partisiz olması, bu vesileyle tarafsız olması gerektiği öne sürüldüyse de, Mustafa Kemal, bu fikri reddetti. Ardından, bazı inkılapların gerçekleştirilme şeklini ve hükûmetin kimi politikalarını onaylamayan vekiller, aslında önceleri gerçekleşmesi beklenmeyecek şekilde, bir muhalefet partisi kurdu.
TCF’nin Kuruluş Süreci
Kurulan partiye Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) ismi verildi, parti lideri ise aslında ismi daha çok öne çıkan Rauf Orbay yerine, Kâzım Karabekir oldu, sanıyoruz ki Mustafa Kemal Paşa gibi bir liderin karşısına, yine onun gibi başarılı bir geçmişe sahip, büyük bir komutan olması hasebiyle öne çıktı. Bu şekilde, mecliste uzun zamandır muhalif konumda bulunan vekiller, demokrasinin bir gereğini gerçekleştirerek bir muhalefet partisinin çatısı altında toplanabildiler. Yeni Türk Devleti’nin (teşkilatlı) ilk muhalefet partisi olan TCF, ilk şubesini Urfa’da açtı ve bu sebeple de Doğu’da oldukça yandaş buldu. Bu durum sonucunda, zaten İstanbul basını tarafından desteklenen TCF, memleketin doğusuna da varlığını ve amaçlarını ulaştırıp, bölge halkına kendini tanıtabildi. Bu bağlamda, henüz tek alternatif olan partinin ilk şubesinin yeri anlamlıydı.
Partinin tüzüğünde aslında göze çarpan ve irticai bir yaklaşımla yorumlanacak bir madde yoktu, ancak partinin zaten tek alternatif konumunda olması, ve tüzüğündeki altıncı maddenin (“Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası efkâr ve itikadat-ı diniyeye hürmetkârdır.”) rejim karşıtlarının bu partinin varlığından güç almalarını, bu şekilde de eylemlerini daha rahat gerçekleştirmelerini sağlıyordu. Ayrıca ismindeki terakkiperver, yani ilerici kelimesine karşın, partiye ağırlıkla irtica yanlısı kişiler giriyordu. Bunun bir sebebi de, hilafet makamının kaldırılmasından önce, henüz Halk Fırkası üyesi olan muhalif vekillerin halifeyle görüşmesidir. Bu şekilde Halk Fırkası’nın sağında konumlanmışlardır ve yeni Türk Devleti’nde ilk çok partili hayata geçiş denemesi, bu şekilde başlamıştır.
TCF’nin Kapatılma Süreci
Partinin kurulmasının ardından çıkan Şeyh Sait İsyanı sırasında, TCF tarafından da kabul gören, yumuşak tavırlarıyla tanınan Fethi Okyar'ın oldukça etkisiz kalması sonucu Fethi Okyar hükûmeti yerine İkinci İnönü hükûmeti kurulmuştur. Bazı TCF üyelerinin adları isyana karıştığı için, ciddi bir zan altında kalmışlardır. Olayların neticesinde önce isyanların bastırılması ve ardından da isyancı irtica yanlılarının yargılanması süreci dolayısıyla İnönü, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu yayınlamıştır. Bu kanunla beraber, zaten zan altında bulunan ve tüzüğündeki rejim karşıtlarının odağındaki madde nedeniyle TCF kapatıldı ve ilk çok partili hayat denemesi bu şekilde sona ermiş oldu.
Sonuç
Gerek I. Dünya Savaşı’nda bir Osmanlı subayıyken kazandığı ciddi başarılar, gerekse dört bir yandan işgal altında bulunan bir ülkede milli bir ayaklanma başlatarak ülkeyi düşman işgalinden kurtarıp yeni bir rejim ilan eden Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin doğal lideri konumundaydı. Aynı topraklarda, eskiden uğruna savaştığı devletin bozuk kurumlarını, ruhani ve siyasi makamlarını kaldırarak aslında yüzünü ciddi şekilde Batı’ya, “muasır medeniyetler”e dönmüştü. Bundan dolayı, ülkede çeşitli ıslahatlar yapmak durumunda kaldığında, yanında ancak kendisi gibi düşünen ve oluşturduğu mücadelenin ruhuna aykırı davranmayacak kimseleri tutabilirdi. Bu vesileyle de, ömrünün son zamanlarına kadar İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak gibi mücadele arkadaşlarıyla çalışmıştı. Memleketi kurtarmak konusunda tüm arkadaşlarıyla aynı fikirdeydi, evet vatan işgal altındaydı ve düşman yenilmeliydi. Ancak sonrası hakkında anlaşıp anlaşamayacakları meçhuldü, çünkü daha mücadele yıllarında bazı arkadaşlarıyla ufak sürtüşmeleri olmuştu. Sanıyoruz ki, kafasında planladığı Türk Devleti şablonunda, banisi bulunduğu devlette gerçekleştireceği inkılapları, kendisinin bazı arkadaşları tarafından sabote edilebileceğini düşünüyordu. Bundan dolayı, çözümü, kendisine rakip olabilecek güçteki eski arkadaş, yeni rakiplerini devlet yönetiminden uzaklaştırmakta bulmuştu. Öyle ki TCF’nin kapatılması sürecinin ardından, Atatürk’e düzenlenen suikast sonucu, başta Kâzım Karabekir olmak üzere, çokça eski dost, siyaset sahnesinden silinmiş, daha sonraları “küskünler” olarak adlandırılmışlardır. Atatürk’ün vefatının ardından cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, yönetimi eline aldıktan sonra bu küskünler olarak adlandırılan ekibi tekrar siyaset sahnesine sokmuştur. Öyle ki Atatürk’e suikast düzenlenmesi olayında tutuklanan Kâzım Karabekir, CHP vekili olarak meclis başkanlığı bile yapmıştır.
Bu olaylar neticesinde sanıyoruz ki, İsmet İnönü, kişilik olarak çok ihtiyatlı birisi olmasının yanında, kendisinin yönetime geçmesiyle beraber Atatürk inkılaplarının silinmesi ve rejimin tehlikeye girmesi ihtimalinin azaldığına kanaat edip, küskünler dediğimiz kişileri tekrar siyasete sokmuştur ve hatta bu kendisini güçlendirmiştir. Buradan da şu sonuca varabiliriz; demokrasinin en temel gereği olan çok partili yaşam, Atatürk’ün sağlığında hiçbir şekilde tıkırında işleyemezdi. Çünkü hükûmeti denetlerken, ciddi halk kitlelerini de peşinde sürükleyebilecek birisi, eğer bu kadar güçlüyse Atatürk’e rakip olacaktı. Eğer rejim karşıtı veya hükûmetin uygulamalarından şikâyetçi değilse, muhalif olmasına gerek olmazdı. Eğer bu belirtilen konulardan birisiyle bir uyuşmazlığı varsa da, rejimin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi ve inkılapların işleyebilmesi için siyasi etkinliklerine son vermesi gerekiyordu.
Onur KARABAĞ
19.12.2018
KAYNAKÇA
Mustafa Ekincikli, Türk Demokrasi Kültürünün Gelişim Sürecinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kuruluşu, Akademik Bakış, 2002, Cilt 6 (Sayı 11)
Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007.
Cevdet Küçük, "KÂZIM KARABEKİR", TDV İslâm Ansiklopedisi, (Ankara: 2002), 25. Cilt, 150-152.
Yorumlar
Yorum Gönder