Osmanlı Devleti'nde Kızılelma Anlayışı


OSMANLI DEVLETİ'NDE KIZILELMA ANLAYIŞI

Tarihin çoğu döneminde, devletlerin veya hükümdarların ele geçirmek istedikleri özel bir toprak olabilir. Bu durum olağan karşılanabileceği gibi devletin çıkarlarıyla uyuşmuyorsa veya zarara uğratma olasılığı yüksekse iptal de edilebilir. İptal edilmediği durumlarda en güçlü devletler dahi yıkılış sürecine girebilir. Örnek vermek gerekirse, iki İslam devleti karşı karşıya gelmiş olduğundan dolayı "kızılelma" olarak bahsedemesek de, tarihte Ankara Savaşı (1402) diye anılan, Çubuk Ovası'nda iki Türk-Müslüman hükümdarın savaşması, hem bu savaştan önce Konstantiniyye'yi kuşatan Yıldırım Bayezid'i, hem de aklındaki asıl sefer Çin üzerine olan Timur'u, Kızılelmalarından etmiştir. Yıldırım Bayezid Timur'a esir düşmüş, Timur da bir süre daha Anadolu'da kalıp hükümranlığını çevredeki yeni kurulan beyliklere kabul ettirdikten sonra yola çıkmış ancak Çin seferine yürüyemeden vefat etmiştir. Bir tarafta Osmanlı'da on bir yıl süren bir hükümdarsızlık dönemi, diğer tarafta Timur Devleti'nde Timur'un kendisinden sonra yüz yıl ayakta kalsa da artık gücü günden güne eriyen bir devlet ortaya çıkmıştır. Bu durumdan da anlaşılacağı üzere bu hükümdarlar asıl hedeflerini yerine getirememiştir. Bu dönemden kısa süre sonra Osmanlı tahtına çıkacak olan II. Mehmed, daha sonra "Fatih" olarak adlandırılmasına sebep olacak ana fethi, Kızılelması olan Konstantiniyye'yi ele geçirerek gerçekleştirmiştir. Tahtı tek başına ve kendi kararlarıyla yönettiği, kendisinin ikinci saltanat dönemi olan bu dönemde emin adımlarla ilerlemiş olması, özellikle artık Konstantiniyye'yi fethetmesi hem devletin çehresini değiştirmiş, hem kendisini Osmanlı'nın en kudretli padişahlarından sayılmasını sağlamıştır. Bu sayede hem devletinin hem de kendisinin saygınlığı artmış, İslam dünyası içinde zamanın halifesinden daha saygın bir konuma yükselmiştir.


Öncelikli kızılelmasını ele geçiren II. Mehmed, kendisine yeni bir hedef belirledi. Bu hedef, Papalık ve Papa'yı içerisinde barındıran Roma şehriydi. Zamanın veziri Gedik Ahmed Paşa komutasında buraya donanma gönderilip ardından sefer düzenlendi ancak II. Mehmed'in âni ölümüyle, alınan yerler yalnızca Otranto'nun bir kısmıyla sınırlı kalınca ve tahta yeni çıkan padişah II. Bayezid bu seferi devam ettirmediğinden Roma hedefi bir süreliğine ertelendi. Ancak Türklerin cihanşümul anlayışı dolayısıyla sonraki dönemlerde tekrar açık bir hedef olacağı belliydi. Keza I. Selim'in 1514 yılında Safeviler'le yaptığı Çaldıran Savaşı ve 1516-1517'de Memlükler ile yaptığı Mercidâbık ve Ridâniye Savaşları'ndan sonra Batı yönünde bir sefer planladığını ama ömrünün bunu gerçekleştirmeye yetmediğini biliyoruz. Kendisinden sonra tahta çıkan oğlu I. Süleyman ise saltanatının ciddi bir bölümünde babasının Doğu ve Güney yönündeki fetihlerinin aksine kendi kızılelmasına ulaşmak için Batı yönünde hareket etmiştir. Büyükdedesi II. Mehmed'in kuşatıp da alamadığı Rodos'u alarak Batı dünyasına bir mesaj verir. Ardından ise Macar topraklarını iki saat gibi oldukça kısa bir sürede ele geçirir. Kendi hedefi olan Viyana'yı ele geçirmesiyle arasında tek bir engel kalmıştır. O da, Habsburg hanedanının yönetimindeki Avusturya'ydı.

I. Selim'in yaptığı seferler ve fetihlerle Osmanlı'nın gelecek padişahına önemli miktarda bir hazine bırakmıştır. Ancak Tebriz'in sürekli el değiştirmesi, yani Osmanlı'nın o bölgede tutunamaması durumu, batıda da Budin için geçerliydi. Öyle ki I. Süleyman'ın kızılelması olarak nitelendirebileceğimiz Viyana yolu üzerinde ki Budin şehri, Orta Avrupa toprakları için bir kilit noktası gibiydi. Ancak Osmanlı merkezinin buraya oldukça uzak olması ve bölgeye atanan valilerin hem Avusturya, hem de Osmanlı korkusundan sürekli taraf değiştirmeleri, Osmanlı'nın bir dönem sefer listesini belirlemiştir. Sürekli el değiştiren bu şehrin elde tutulması ve güvenliğinin sağlanması için düzenlenen seferler külfetli olduğundan Osmanlı maliyesi I. Süleyman'ın kırk altı yıl süren saltanatının son dönemlerinde açık vermeye başlamıştır. Kendi topraklarında "Kanuni Sultan Süleyman", batıda ise "Suleiman the Magnificent" olarak anılan I. Süleyman, Osmanlı'da sonun başlangıcı diye adlandırabileceğimiz bir mali çöküş sürecini de başlatmış oldu. Vefatından sonra kaht-ı ricâl, yani nitelikli devlet adamı eksikliği yaşanmadığı için çöküş çok sert olmasa da, ardından henüz kırk yıl geçmişken 1606 senesinde Avusturya ile imza edilen Zitvatorok Antlaşması'yla Avusturya henüz üstünlüğü ele alamadıysa da Osmanlı padişahına denk sayılma gibi, I. Süleyman zamanında kendinden alınan bir hakkı geri aldı. Saltanatın 1922 senesinde ilgasına kadar çeşitli ıslahatçı padişahlar ülkenin gidişatını değiştirmeye çalıştı. Bir zamanlar Orta Avrupa'da Viyana önlerinde çadırlarını kuran Osmanlılar, sonrasında bir dönem askeri politikasını elden çıkan toprakları geri alabilmek üzerine kurmak durumunda kaldı. I. Süleyman gibi büyük bir hükümdarın bile bazı şeylerde fazla ısrarcı davranması sebebiyle farkında olmadan devletinin çöküşünün önünü açtığı anlaşılmaktadır.

Onur KARABAĞ
26.01.2019

Yorumlar