Türk Reformları: III. Selim, II. Mahmut ve Mustafa Kemal Üzerinden Bir Değerlendirme



Türk Reformları: III. Selim, II. Mahmud ve Mustafa Kemal Üzerinden Bir Değerlendirme

Yirmi sekizinci Osmanlı Padişahı III. Selim tahta geçtiğinde aynı anda hem Rusya hem de Avusturya’yla savaş halinde olan Osmanlı Devleti cephelerde oldukça yorgun bir vaziyetteydi. Bu yorgunluk ve daha da önemlisi askerin isteksizliği, başarısızlığı sonucunda mağlup olunmuştu. Bu mağlubiyetler sonucu Rusya ile Yaş ve Avusturya ile Ziştovi antlaşmalarının imzalanması sonrasında III.Selim, askeri sistemde köklü bir değişiklik yapmak gereğini duydu. Ordu, çağın gerisinde kalmıştı.1793’te, Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) ordusu ki aynı zamanda kendisi döneminde yapılan tüm ıslahatların genel adı da budur, yeni hedeflerle kuruldu. Ancak dönemin askeri sisteminin belkemiği durumunda bulunan yeniçeriler için bu durum kendilerinin tamamen tasfiyesi manasına geldiğinden Nizam-ı Cedid ordusunun varlığına sebep olan III. Selim’e karşı isyan düzenlendi, kendisi tahttan indirildi ve Nizam- Cedid ordusu da dağıtıldı. Yerine geçen ve III. Selim’in tahttan indirilmesinden bir sene sonra idam hükmünü veren padişah IV. Mustafa’nın ise orduyu ıslah etmek gibi güçlü bir ideali olmadığından ve yeniçeriye çokça tavizler verdiğinden yeniçeri ordusu, Nizam-ı Cedid ordusunun yerini daha kolay şekilde (tekrar) doldurmayı başarabildi. IV .Mustafa, III. Selim’in bu ıslahatına sahip çıkmamıştı. Ardından tahta geçen IV. Mustafa bir sene tahtta kalabildi. Yerine II. Mahmud tahta çıktı. Otuzuncu Osmanlı Padişahı olan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nın ıslahı konusunda III. Selim gibi düşünüyordu ve onun izlediği yol ve akıbetini göz önünde bulundurarak yeniçeri ordusunu “kanlı” bir şekilde ortadan kaldırdı. Haziran 1826’da meydana gelen bu olay Vakayi Hayriye (Hayırlı Olay) şeklinde adlandırılmıştır.

Hem III. Selim hem de II. Mahmud, genel perspektifte Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerine karşı geri kaldığını net bir şekilde kavrayıp, çözüm geliştirmeye çalışan padişahlardandır. III. Selim, aradığı çözümü uzun bir sürece yaymak isterken öldürülmüş, II.Mahmud ise süreci tamamlayıp (kendisinin vefatından birkaç ay sonra ilân edilen Tanzimat Fermanı hariç), öyle vefat etmiştir. Ancak II. Mahmud’un sorunları şunlardı; henüz yerleşmiş bir devrim olamayacak kadar sade şekilde bulunan (1826, Yeniçeri Ocağının kaldırılması hariç) ıslahatlarını devam ettirecek haleflere sahip olmaması, ıslahat yanlısı haleflerinin de devletin içinde bulunduğu vaziyetin hem iç hem de dış meseleler sebebiyle gereken önlemleri alamaması ve ıslahatların bir nevi anlık sorunlar için çıkarılmış kurallar olarak kalmasıdır. Ayrıca halkın bu ıslahatları net bir şekilde kavrayamaması da (öyle ki II.Mahmud’u “gavur padişah” olarak niteleyenler de vardı) önemli bir eksiklik ve sorundu .Devrimci kişiliklerin, öncelikle bu sorunları gözardı etmemesi ve hatta üstesinden gelmesi gerekmekteydi.

 II. Mahmud’un saltanatının ardından onlarca yıl geçtikten sonra başlayan I. Dünya Savaşı neticesinde Osmanlı Devleti mağlup olmuş ve Fransa’nın Sevres şehrinde imzalanan “barış” antlaşması sonucu, Orta Anadolu’nun bir kısmına hapsolunmuştu. Son padişah Vahideddin, devletin ve saltanatın devamı için bu antlaşmanın imzalanmasını doğru buldu. Ancak antlaşma imzalanmadan önce Anadolu’da, bu antlaşmayı geçersiz kılmak için bir direniş başlamıştı. Bazı Osmanlı subayları, işgale karşı toplanmış olan güçleri organize ederek, bu direnişi, milli bağımsızlık sürecinin başlangıcı haline getirmişti. Anadolu’ya müfettişlik görevini gerçekleştirmek üzere giden Mustafa Kemal, bu hareketin lideri oldu. Ancak Mustafa Kemal, 1920’de İstanbul’daki hükümet tarafından görevden alınarak isyancı bir subay konumuna da gelmişti.

Otoritesi diğer Osmanlı komutanları tarafından da kabul edilen Mustafa Kemal’in genel idaresindeki önceleri düzensiz, ardından düzenli ordular, öncelikle İzmir’de işgalci konumunda bulunan ve İzmir’i ilhak etmek niyetinde olan Yunan Krallığı’na karşı zaferler elde ederek onları Anadolu’dan çıkardı. Bu olayların ardından yeni Türk Devleti’nin temsilcisi sıfatıyla, önemli bir diğer Türk subayı olan İsmet Bey, Sevres Antlaşması’nın yerine İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan ve aynı adla anılan antlaşmayı imzaladı ve Anadolu’daki Türk varlığını bu antlaşmayla tescillemiş oldu.

Bağımsızlık elde edildikten sonra sıra reformlar yapılmasına, devletin ve kurumlarının şekillendirilmesine gelmişti. Kendisi de Osmanlı reform çağının etkileri altında doğmuş biriydi ve tıpkı Osmanlı gibi yüzünü Batı’ya döndü. Milli hayatın her alanında Batılılaşmayı amaçlayarak, devrimlerini oluşturmaya koyuldu. Devrimleri, Kemalizm olarak da bilinen altı ilkeden oluşuyordu: İnkılapçılık, cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, halkçılık ve devletçilik. Gerek Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışından dolayı, gerekse geriye kalan ilkelerin işletilebilmesi için gerekli olan ilke cumhuriyetçilik de olsa, kendisinin asıl merkezi unsur olarak gördüğü ilke laiklik ilkesiydi. Bu sebepten dolayı saltanat ailesinin ülke dışına çıkarılması ve hilafetin kaldırılması ile işe başlanmıştır. İslam Hukuku’na dayanan Mecelle yerine İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi, İslam Hukuku yerine insan ilişkilerinin her alanda ön plana çıktığı laik Avrupa yasalarının benimsenmesi anlamına geliyordu. Ayrıca Gregoryen takvimin kabulü, Avrupai şapka takılması için çıkarılan Şapka Kanunu, Soyadı Kanunu gibi birçok kanun ve düzenlemelerle, uzunca yıllar saltanat ve hilafetle yönetilen topraklardaki halkın yüzü, Batı’ya çevrilmeye çalışıldı. Mustafa Kemal’in hedefi İslami kurumların, toplum üzerindeki siyasal etkisini azaltmaktı. İslamiyeti kaldırmak veya İslam’a bir düşmanlık beslemekten ziyade, onu özellikle devletin kurumlarından ve toplumun işleyişinde düzenleyici olarak baş unsur olmaktan çıkarmayı hedeflemiştir. Ancak bu işleyişin, yüzlerce yıllık eski bilinci bir seferde kıramayacağını gördüğünden, öncelikli olarak bunları kısa sürede halka benimsetme ve kullanılır hale sokması gerekiyordu. Bu yüzden, toplumun geneline hitap eden ve devletin çehresini değiştiren diğer yenilikçi liderler gibi(III. Selim ve II. Mahmud), bu kanunların işleyişini uzun sürelere yavaşça yaymak veya yeniliklerin halk nezdinde kabulünü uzun sürelere yaymak ve beklemek gibi bir yol izlemedi. Öncelikle toplumda bir şok etkisi yaratacak kadar hızlı şekilde inkılapları yürürlüğe koydu. Sonrasında ise aklındaki Batılı modern sistemin kendisinin vefatından sonra da geçerli olması için bunun propagandasını çok sıkı bir şekilde yaptı. Örneğin kendi izini izleyecek nesiller oluşturdu ve okullarda Türk İstiklal Savaşı ve Atatürk devrimleri anlatılmaya başlandı. Yeni kurulan Dil ve Tarih kurumlarıyla, Osmanlıcılık veya Ümmetçilik yerine Türklük bilincinin uyanmasını sağlamaya çalıştı. Fakat en önemli mirası olan ilkelerinin, vefatının ardından yönetime geçen halefi İsmet İnönü tarafından işletilmesine ve ilerletilmesine çalışılması, devrimlerinin Anadolu’da, kendisinin vefatıyla beraber silinip gitmesini önlemiştir. Kendisinin vefatından yalnızca bir yıl sonra başlayan II. Dünya Savaşı’nda ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti, onun ilke ve inkılaplarına tutunmuş bulunarak en az zararı almayı başarabilmiştir. Tüm bu sonuçlar ve yansımalarını ise III.Selim ve II.Mahmud’un memleketi refaha kavuşturma adımlarına borçluyuz. Bugün Nizam-ı Cedid’in askeri safhası genellikle başarısız ve çağında etkisiz kalmış bir girişim olarak görünse de, III.Selim’in Osmanlı Devleti’nin artık çağında geri kalmaya başlamış olduğunun bilincine varması ve çeşitli ıslahatlara girişmesi belki basit ama çok önemli bir adımdır. Unutulmamalıdır ki; her maraton tek ve basit bir adımla başlar.

Onur KARABAĞ
20.11.2018

KAYNAKÇA

William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Mehmet Harmancı, çev.) Agora Kitaplığı, 2008.

Kemal Beydilli, "SELİM III", TDV İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul:2009), 3. Cilt: 420-425.

Kemal Beydilli, "MAHMUD II" TDV İslâm Ansiklopedisi, (Ankara: 2003), 27. Cilt: 352-357.

Yorumlar